Traduction Act(e)

ÇEVİRİ EYLEM

6 Ağustos 2009 Perşembe

taşınma.

Traduction Act - Çeviri Eylem blogspotun içerik inceleme talebinden sonra http://traductionact.wordpress.com/ adresine taşınmıştır.

1 Mayıs 2009 Cuma

SINIRLARA HAYIR – MİDİLLİ ADASI (LESVOS/YUNANİSTAN) 2009



SINIRLARA HAYIR – MİDİLLİ ADASI (LESVOS/YUNANİSTAN) 2009

Son birkaç yılda Midilli Adası Avrupa’ya ulaşmaya çalışan binlerce mülteci ve göçmen için ana giriş kapılarından biri oldu. Küçük plastik botlar tıklım tıklım halde Türkiye ve Yunanistan arasındaki deniz sınırını geçmeye çalışıyorlar ama bazıları bunu başaramıyor. Son 20 yılda bu yolda 1100’den fazla göçmen ve mülteci hayatını kaybetti.
Yunan Sahil Güvenliği, Avrupa ve Yunan “giriş önlenmesi” sözleşmelerini takiben mültecilerin haklarını ihlal ediyor ve hayatlarını tehlikeye sokuyor. Aynı zamanda faaliyetleri ilk botu adada Haziran 2008’de işlemeye başlayan Frontex tarafından da destekleniyor. Son zamanlarda Frontex yetkilileri Pagani’(Lesvos)daki mülteci ve göçmenleri sorgulamaya/soruşturmaya başladı.
Pagani (adanın başkenti Mitilini’den 5 km uzakta), mülteci ve göçmenlerin Midilli’ye ayak basar basmaz gönderildikleri gözaltı merkezlerinin bulunduğu yer. Mülteciler haftalarca, aylarca orada alıkonuluyorlar. Temel insan haklarının geçerli olmadığı bir hapishane. Hem bina, insanları ağırlamak için gerekli altyapıdan yoksun, hem de mültecilere hiçbir iletişim olanağı verilmiyor, sahip oldukları haklar bildirilmiyor ve temiz havaya erişim izni verilmiyor.
Bir kez Eurodac sistemine kaydedildikten sonra, mülteciler sınırdışı edilme emriyle ülkeyi bir ay içinde terk etmek koşuluyla serbest bırakılıyorlar. Sığınma başvurusunda bulunanlar kendilerini bürokratik karmaşanın içinde buluyor, devlet şiddetine uğruyorlar (geçen aylarda Atina Yabancılar Şubesi’nde iki kişi mağdur edildi) ve sonuçta başvuruların sadece %0.60’ı kabul ediliyor.
Yunanistan’da kalıp iş bulmaya karar verenler birçok zorlamaya, ağır çalışma saatlerine, insanlık dışı koşullara dayanmak zorundalar ve bütün bunların karşılığı küçük düşürücü bir ücret. Riskli durumları göz önünde bulundurularak daha iyi çalışma koşulları elde etmek için örgütlenme hakları verilmiyor. Kısa süre önce yabancı bir kadına – bir ticaret temsilcisi – yönelik kezzapla suikast girişimi de bunun örneklerinden biridir.
Diğer Avrupa ülkelerine ulaşmak için (genellikle İtalya üzerinden) yolculuklarına devam etmeye çalışanlar Patras’takiler gibi Sahil Güvenliğin baskıcı faaliyetlerinin gündelikleştiği batı limanlarına gidiyorlar. Ve sıklıkla içlerinde ülkeden ayrılmaya çalıştıkları kamyonlarda ölü bulunuyorlar. Yolculuklarına devam etmeyi başaranlarsa eğer yakalanırlarsa Dublin Yönetmeliği gereğince Yunanistan’a geri gönderiliyorlar.
Schengen Anlaşması’ndan Dublin Yönetmeliği’ne, Avrupa Göç ve Sığınma Paktı’ndan sözde “utanç yönergesi”ne, Frontex’ten IOM’e, gözaltı merkezlerinden ihraç ve caydırma pratiklerine, sınırlardan başkentlere, Avrupa göç fenomeniyle açıkça baskı ve sınır kontrol yöntemleriyle baş ediyor.
Burda Midilli’de “Avrupa kalesi”nin inşası açıkça görülüyor. Bu yüzden sınırlarda neler olduğuyla ilgili deneyimleri paylaşmak, problemleri tartışmak, eylemlerimizi koordine etmek ve
Yeni emperyalizm politikalarına ve mülteciliği yaratan her şeye,
Sınır rejimine ve kontrol ve baskı uygulamalarına,
Göçün suç haline getirilmesine,
Gözaltı merkezlerine ve göçmenlerle mültecilerin haklarının ihlal edilmesine,
Göçmen emeğinin sömürülmesine karşı savaşmak için hepinizi 25-31 Ağustos’ta bize katılmaya çağırıyoruz.

Sınırlara hayır!!!
Hiç kimse illegal değildir!!!
Göçmelerin alıkonulmasına hayır!!!
Herkese eşit hak!!!

Sınırlara Hayır – Midilli 2009 Koordinasyonu

daha fazla bilgi için

noborder.lesvos.2009@gmail.com

TAKAS PAZARI

İlki

3 MAYIS 2009 PAZAR

Her ayın ilk pazarı Yeşilevde
Takas ve Yardımlaşma Şenliği var!

Kullanmadığın, takas etmek istediğin
ne varsa al gel.

Pazarlık serbest
Para yasak!!!

HER AYIN İLK PAZARI TÜM GÜN BOYUNCA

Trade day, without money!!! take everything with you that you want to trade with.
money is unacceptable!!every first sunday of the month; beginning with the first sunday of the may, this sunday...

Yer / Place: BEYOĞLU YEŞİL EV
İstiklal Cad Balo Sok No 21/

5 Nisan 2009 Pazar

Bedenlerimizin ve Cins[iyet]lerimizin Patolojikleştirilmesine Karşı

Seksist bir Yutturmaca

Curtis E. Hinkle
Uluslararası İnterseksüeller Organizasyonu Kurucusu

Hepimiz bir yutturmacanın kurbanlarıyız. Cinselliğin ikili inşası (erkek/kadın), seksin ikibiçimli olduğu yanılsamasını yaratan tıbbi sosyal bir kurgudur. Bunu yaratmak için, tüm "anormallikleri" ortaya çıkarıldıkları an patolojikleştirme gereği ortaya çıkıyor. Bu konuda, "atipik" [tipik olmayan] şeklinde kimliklendirilmiş tüm beden ve ruhları "normalleştirmek" ve kontrol altına alma rolü olan tıbbi ve psikiyatrik erk tarafından interseksüeller ve translar aynı alamete yerleştirildiler.

Ama eğer interseksüeller ve translar aynı tıbbi tedaviye başvururlarsa, interseksüalite, bilinçli bir rıza olmadan bu ikili yutturmaya ve tedaviyi onaylayan tıbbi tanıya itaat edecektir.

Tüm heteroseksizme ve ikili normlara uymayan cinsel kimlikler, interseksüel çocukların maruz kaldığı normalleştirme tedavilerinin onların hayatlarını yoluna koyduğu amacına inandırmak için patolojikleştirilmelidir. İnterseksüel çocuklara empoze edilen hormonal ve cerrahi tedaviler ve transların psikiyatrikleştirilmesi, her şey tek bir amaç için: bir norm kurmak. Mesela, doğumlarında keyfi olarak atfedilen cinselliklerini reddederek bedenlerini parçalayan tüm çocuklar, yeniden patolojikleştirilecekler ve derin doğalarının aksine onları zorla "transseksüelleştiren" doktorların temel yanılgısını düzelttikleri için bir akıl hastalığıyla (cinsiyet kimlikleri belası) damgalanacaklar.

Trans bireyler kimliklerini çocukluklarında tanıdıklarında, cerrahi tanı dışında aynı normalleştirmeye maruz kalırlar. Bu normalleştirme her zaman çocuk tarafından bir sarsıntı olarak yaşanır.

Eğer insan ırkı iki kutupla özdeşleştirilmişse de, bir kadın ve diğeri erkek, cinsiyet hiç bir zaman iki biçimli olmamıştır. Hiç bir zaman mesela "kadın"ın ne olduğuna dair temel bir tanım bulamayız.


Mesela:

1) Tüm ülkelerde legal olarak "kadın" olan ve morfolojik olarak dişil bir dış görünüşe sahip olan (vajina, klitoris vs.) ve bununla birlikte iç hayalara sahip olan XY kadınlar vardır,
2) Vajinasız doğmuş olan ve legal olarak kadın olan kadınlar vardır,
3) Rahmi ve yumurtalıkları olmayan kadınlar vardır,
4) Penisle doğan ve bir "oğlana" benzeyen kadınlar vardır.


Bunlar, bir Kadın tanımının olanaksız olduğunu açıklayan birkaç örnek. Bu kesinlikle, Erkekler için de geçerli. Aynı şekilde, interseksüalitenin özünü de tanımlama çabası yararsızdır. İyi bir tanım bulmayla vakit kaybedecek yerde, (benim görüşümce, hepsi yutturmaca “uzaklaştırılmış bedensellik” olacaktır.) insan hakları için savaşmak lehine tüm özcü kavramları reddetmek yapabileceklerimizin en iyisidir. Özcü tanımları ve ikili tanımları bırakma, seksizmi ve cinsiyete dayalı baskıyı sona erdirecektir.

Trans ve interseksüel bireylerin ortak sorunu çocukluktan itibaren zorla kabul ettirilen normalleştirmedir. Bize olmadığımızı olmayı buyuran bu toplumsal dikta, normların ruhumuzun ve bedenimizin dibine kadar bizi derinden parçalayabilen doğal olmayan ama sert güç tarafından zorla kabul ettirilmiş olduğunun bir kanıtıdır. Ama bu her bir kişi tarafından farklı yaşanıyorsa, farkına varılması çok önemlidir.

Güçlü bir şekilde inanıyorum ki çocuklara dayatılan tüm cinsel ayırmalar barbarca bir eylem ve bireyin en temel haklarının ırzına geçmedir.

Uzun yıllar boyunca interseksüel çocuklar üzerine araştırmaları (1) göz önüne aldıktan sonra, bundan böyle kesin olarak söyleyebiliriz ki bir kişinin cinsiyetini yanılgıya düşmeden, basitçe bacakları arasına bakarak belirtmek olanaksızdır.

Bununla birlikte, tüm "özcülüklerin" reddini amaçlayarak nihilist bir söyleme de kesinlikle girişmemek gerekir. Cinsellik, cinsiyet ve arzu kimi zaman biyolojik ve çoğu zaman dar kafalı bir biçimde algılanmış sosyal bileşenlerdir.

İnterseksüalite, interseksüeller, transkimlik... tüm bu terimler bana cinselliğin iki formlu kavramsal temelini yıkıma uğratabileceğim için zorunlu geliyor. Tüm bu kategorilerin artık kullanılmaz olduğu ve her bir kişinin kendi özgül kimliğini seçebileceği bir dünya hayal ediyorum, çünkü bu terimler gerçekten "erkek" ve "kadın" etiketlerden fazla bir şey değiller. "Etiket" sıklıkla biyolojik faktörlere göre yapıştırılsa da, toplumsal yapı da bir kişinin kimliğini tanımlayabilmek için önemlidir. Harekete geçmek gerekir. Artık görünmez olmak, yaşamlarımızı kontrol eden küçük düşürücü ve patolojikleştirici söylemin kurbanı azınlığın parçası olmak istemiyoruz. Kelimeler silahlardır. Doğum sırasında doktor tarafından telaffuz edilen "kız" sözcüğü bir çocuğun hayatını intiharla sonuçlandırabilir. Din, tıp ve yasa, var oluşlarımızı çiğneyerek dağılan erki yetiştiriyorlar. Uluslararası İnterseksüeller Organizasyonu'nun duruşu açıktır: interseksüel ya da değil, tüm kişilerin temel haklarından biri, diğerlerinin ona zorla dayattığını değil, kendi özgül kimliğini yaşama hakkıdır. Sessizliğe boyun eğmeyi ve hak etmediğimiz bir utanç yükünü taşımayı daha fazla kabul etmiyoruz.

Notlar:

1) Bir kişinin cinsiyeti aşağıdaki faktörler tarafından belirtilir (ve faktörlerin hiç biri "gerçek" cinsiyetin göstereni değildir) ve uzmanlar biliyor ki, bu bir teori değil, biyoloji ve genetiktir.

a) Kromozomlar - XX - XY- XXY- X0 - XX/XY - XX/XXY vb.
b) Yumurtalıklar - haya
c) Genital organlar - klitoris / vajina - penis / testis torbası - testis torbalı ya da torbasız falloklit*
d) Nöronal ve psikolojik cinsiyet - beyin cinsiyetlendirilmiştir - kadın - erkek - interseksüel
e) Hormonal cinsiyet - androjenlere karşılış vermeyen ya da az androjen üreten birçok kişi vardır - yüksek seviyede anrdojen üreten kadınlar vardır, vs. ve doğumdan önce hormonlar tarafından da etkileniriz.
f) Fenotip cinsiyet - kıllar vb. gibi
g) İç morfoloji - rahim - prostat - vb.
h) Atfedilen ve içinde yetiştiğimiz cinsiyet

Yukarıda ileri sürülen herhangi bir kriter nedeniyle interseksüel olabiliriz - mesela XXY - ama her zaman başka bir faktörler de olasıdır.

* Fallus ve klitoris sözcüklerinin birleşiminden oluşmuş olan falloklit Morgan Holmes tarafından yaratılmıştır. Holmes bu terim hakkındaki dipnotunda şunu yazmıştır [ç.n.];

Bu kavramı, fallik bir klitoris olarak tanımlamaktan çok fallusun uygun yerinin erkeğin ve onun üstünde farzedilmesini tanımlamak için yarattım. Çünkü fallik klitorisi fallik simgelere sahip olan bir organ olarak tanımlamayı istemiyorum. Ayrıca organı basitçe “büyütülmüş” klitoris olarak tanımlamak tüm “normal” klitorislerin her nasılsa birbirinin aynı olduğunu varsaymaktır. Bu klitorisler fallik değildir, fallusları vardır ama erkek penisinden farklıdır. Bu yüzden bazı bedenlerin interseksüalitesinin yerine koymak koymak için “klit(oris)”i yanına ekledim. Bütün bunlar anormal sayılmayan kadın bedeninin fiziksel, felsefi ve deneysel aşamalarıyla bağlantılıdır. Umarım ‘falloklit’lerin silinmesi gerekliliğini bildiren düşüncenin, tüm kadın bedenlerindeki olası fallik gücün üzerindeki ataerkil kaygıdan dolayı olduğu açığa çıkarılabilir. - Morgan Holmes bknz.: http://www.aissg.org/articles/HOLMES.HTM

[ç.n] uluslararası interseksüeller organizasyonu web sitesi:
http://www.intersexualite.org/

25 Mart 2009 Çarşamba

Kardeşime Dokunma Toplantısı

Yükselen transfobi ve ardarda gelen transseksüel kardeşlerimize yönelik şiddet ve cinayetlerin canımızı acıttığı şu günlerde, Kardeşime Dokunma Kampanyasının çerçevesinde geçen hafta Cihangir mahallesinde başlattığımız çalışmayı ve son gelişmeleri birlikte konuşup ele alacağımız toplantımızı 26 Mart perşembe akşamı saat 18:30′da LAmbda Kültür Merkezi’nde yapacağız. Başta LGBTT bireyler olmak üzere tüm antiotoriterleri ve anarşistleri kardeşime dokunma kampanyasına ve toplantılarına bekliyoruz.

Kardeşime Dokunma Kampanyası

p.s: Lambda K. M. saat 21:00′de kapanacaktır, bu yüzden zamanında katılıma dikkat edersek iyi olur.

Lambda Adres:
İstiklâl Caddesi, Katip Çelebi Mah. Tel Sok. No: 28/5 Kat:4
Beyoğlu - İstanbul

Adres tarifi

İstiklal Caddesine Taksim Meydanı’ndan girdikten sonra soldan üçüncü sokağa giriyorsunuz (Lambda’nın eski sokağı olan Büyükparmakkapı Sokağa), sokağın bitiminden sağa dönüp yürüyorsunuz, sonra bu sokağın bitiminden de sağa dönüyorsunuz, yeni çıktığınız sokak Lambda’nın yeni sokağı olan Tel Sokak. İleride sağda kapısında Arjin ve No: 28 yazan apartmanın en üst katı Lambdaistanbul. Sonuç olarak eski mekânımızdan sağa doğru bir U çiziyorsunuz.

Ya da: İstiklal Caddesine Taksim Meydanı’ndan girdikten sonra soldan dördüncü sokağa giriyorsunuz, yürüyorsunuz ve sonra soldaki ikinci aradan giriyorsunuz (taksim polis merkezinin karşısındaki sokağa), daha sonra ilk sağa dönüyorsunuz. Solda kapısında Arjin ve No: 28 yazan apartmanın en üst katı Lambdaistanbul.

22 Mart 2009 Pazar

KARDEŞİME DOKUNMA!

Bütün gezegeni bir musibet sarmış durumda… Kâh sinsice, kâh apaçık, her şeyi tahakküm altına almak, sindirmek, susturmak, boyun eğdirmek için her yere sızıyor, kuşatıyor. Hiç tereddüt etmeksizin can yakıyor, işkence ediyor, öldürüyor; kâh maaşlı görevlileriyle, kâh kendine vazife çıkaran gönüllü neferleriyle. Bu musibet tepemizde, yanı başımızda, içimizde bir zihniyet, bir aygıt olarak örgütlenmiş otoritedir.

Ve bizler, içimizde bir nebze yaşama isteği, haz duygusu, neşe bırakmamak üzere her birimizin hayatına her gün artarak nüfuz eden bu şiddete karşı sessiz kalmak istemiyoruz. Çünkü otorite o korkunç masalların bin başlı canavarı gibi her bir alanımıza saldırıyor, kaçış çizgilerimizi nefreti örgütleyerek kuşatmaya girişiyor: farklı olana, başıboş olana, otorite-sevmezlere, yabancılara, eşcinsellere, translara, kadınlara, ağaçlara, hayvanlara, kendi kalın çizgili normlarına tıkıştıramadığı ne varsa, onlara düşmanlık üretiyor. Bu nedenle, tek bir soruna odaklanmaktan ziyade, otoritenin yakıcı şiddeti her uç verdiğinde, mümkün olduğunca hızlı, “yerinde” ve birlikte refleks gösterebilecek bir dayanışma ağı, bir kampanya örgütlemek üzere yola çıktık ve adını da “KARDEŞİME DOKUNMA” koyduk.

Transseksüel kardeşimiz, komşumuz Ebru, geçtiğimiz hafta Cihangir, Pürtelaş Sokak’taki evinde, bir akşamüstü, tanıdığı biri tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Daha doğrusu bir türlü gelmeyen ambulans onun kan kaybından ölmesine neden oldu. “Yoğunluk” nedeniyle eve 5 saat sonra varan ve ancak Ebru’nun cansız bedenini götürmeye yarayan ambulansın transfobik dedektörleri olduğunu böylelikle öğrenmiş olduk!

Bu kıyıcı ve ikiyüzlü toplum, herkesi yaşamak için bir şeylerini satmaya mecbur bırakıyor. Translara ise, yemek içmek ve barınmak istiyorlarsa fuhuş yapmaktan başka bir seçenek tanımıyor. “Madem erkekliğin şanlı derisinden sıyrıldın, sokaklarda sürün” diyor. “Ben seni fuhuşa mahkûm eder, sonra seni fahişe ve ‘genel ahlâka aykırı’ ilan ederim, böyle yaşayabildiğin kadar yaşarsın, sonra da çarka çıktığın otobanlarda, yollarda, başını sokmayı başarabildiğin evlerde öldürülmeni sıradanlaştırıp kolaylaştırırım” diyor!

Biz Cihangir’de yaşayanlar, bu “normal”liğe son verebiliriz; bir daha böyle bir şeyin olmaması için çaba gösterebiliriz. Bir daha bir trans maktulün kapısında çaresizlik, acı ve utanç içinde bükülüp kalmayabiliriz. Ve unutmayalım; her ne kadar bu gözü kara periler kadar “göze batıcı” değilsek de, her birimiz, her an kendimizi otoritenin dişleri arasında paramparça edilmek üzere bulabiliriz.

Yaşadığın semti semt deyip geçme-tanı!

“Mutenalaştırılmış” semtimizde şu anda oturduğumuz evlerin çoğu 6-7 Eylül 1955 olaylarından sonra çekip gitmek zorunda kalmış ya da mallarına zorla el konulmuş Rumlara ait. 6-7 Eylül’ün bitiremediğini 74 Kıbrıs harekatıyla estirilen fırtına ve hiç soluk aldırmadan peş peşe yapılmış askerî darbeler tamamlamış görünüyor; şimdi Cihangir sokaklarında Rumca konuşan birine rastlasak, sevimli hayaleti görmüş gibi oluyoruz!

80’lerde Cihangir’in trans “sakinleri”nin sayısı da bugünkünden çok daha fazlaydı. Pencerelerinden rengârenk saçları ve kılıklarıyla tektipleştirilmeye çalışılan sokağa “sarkarlardı”! 80’lerin ikinci yarısında, genel olarak Beyoğlu ve Cihangir’de eli sopalı, beli silahlı çeteler türedi. Bunlar sabahlara kadar arabalarıyla Cihangir sokaklarında devriye gezdiler. Sokaklar iyice ıssızlaştı. Trans bireyler oturdukları evlerin pencerelerinden fırlatılarak, evlerinde bıçaklanarak, sokaklarda taşlanarak linç edilmeye başlandı. “Namusu temizlenmiş” bu sokakların adları o yıllarda değiştirildi: Hüzünlü pembelerin kızıla bulandığı Pürtelâş o zaman “Başkurt” oldu, ve Sormagir’in de açıldığı anayol olan “Tavukuçmaz” hedefe ulaşmanın gururu içinde “Akyol”a dönüştü!

Bütün bunlar gözlerimizin önünde oldu. Translar hep “kolay” öldürüldü. Ve Ebru’nun cansız bedeni, tüm bunların mazide kalmadığının acı kanıtı. Birbirimize muhtaç olduğumuzu unutturdular bize nicedir. Yalıtılmış odalarda, dışarıdakinin sesine kulak vermeyi hatırlamaz olduk.

Cihangirde yaşayanlar olarak birbirimize sahip çıkmayı becerebilmenin yolları olmalı. Kendimiz gibi olmayanın “öteki” ilan edilmesinin, dahası ona yaşam hakkı verilmek istenmeyişinin umarsız seyircileri olmak zorunda değiliz. Hepimizin her an kayıtsızca mağdur edilebileceğini unutmadan, hiçbirimizin dokunulmazlığı olmadığını bilerek, otorite başımıza musallat olduğunda, kapımıza dayandığında, bıçağını boğazımıza salladığında acil sağlık, acil hukuk yardımı için birbirimize ulaşabilir, sesimize ses veren, bizi duyan kardeşlerimizle iletişebiliriz. Kardeşime Dokunma demek, çek elini üzerimizden demek bir başlangıç olsun.

Kardeşime Dokunma İnisiyatifi

www.kardesimedokunma.wordpress.com

kardesimedokunma@gmail.com

18 Mart 2009 Çarşamba

Anarşizm Üzerine Düşünceler / Anarşist Felsefe Üstüne / İyi ve Kötü - Maurice Fayolle


Uzun insanlık tarihinin etrafında dolaşıldığında görülecektir ki: toplumların ve ilkel insanların arasında benzersiz olan, iyi ve kötüyü ayırma isteğidir, en azından ahlaki olarak.

Bütün çağlardan bütün yönetimlere varıncaya değgin, art arda gelen dinler, durmadan, ayrıcalıklı bir dayanak noktası araştırırlar. Bu mecburi ihtiyaç, sıkıca sistemleştirilmiş bir çerçevede, insanın varoluşunu düzen altına alarak bütün insan topluluklarını sınamaktadır.

Dinlerin ahlakı “icat” ettiğini düşünmüyorum. Daha çok hakimiyetlerini kabul ettirmek için yeni oluşmaya başlayan dinlere inandım. İhtiyaç dürtüsünden gelen bir çeşit içgüdü tüm canlı varlıkları, hayvanları ve elbette insanları ileri götürüyordu, yaşamı sürdürmek için disipline ediyordu.

Bu öğreti (beyaz karıncalarda, karıncalarda ve arılarda en yüksek noktasına erişen), türünü koruma içgüdüsünden başka etkinliği olmayan hayvan topluluklarında mekanik bir kesinlilikle doyurulmamıştır. İnsan topluluklarında ise zeka, kendi varoluşunun göstergesi olan bir istekle, metafizik düşüncelerden gelen öğretinin bu mecburi ihtiyacını açıklamak ve doğrulamak istedi.

Böylece insan yaşamının açıklamaları ve doğrulamalarını durmadan yenileyen bir teşebbüs olan felsefe doğar. Ya da insan zihninin bütün tarihine yoğunlaşan felsefi macera, hem etkisiz hem de boş bir gösteridir.


Köklerinin hayvanlara kadar daldığı bu yöntemin zorunlu ihtiyacını insansal kavramlarla açıklamak amacına sahip olunduğunda ve bu dünyadaki insan varoluşunun açıklaması ve doğrulanması araştırmak istenildiğinde felsefe; kaçınılmazdır.

İnsan ve onun bu fiziksel gerçekliği, akılcı ve sağduyulu bir felsefenin yerine konulabilecek tek temel doğruluktur. Bu varoluşta neden'i araştırmak, göklerde ve hatta daha da ötesinde, tanrı katında parıldayan seraplarda bir hayali kovalamaktır. İnsanın hayalgücünün doğurganlığından gelen bütün bu yaratılmış gerçek dışı yerler, yüzyıllar boyu izlenecek olan tanrısallığın gösterişli yandaşları olan krallıklara hizmet etmek içindir.


Kendi varoluşunun insani açıklamasını bulmanın imkansızlığındaki insan, bunun nedenlerini tanrısallıkta arayacaktır. Bu da, insan toplumlarının varoluşu için gerekli ahlakı, gereksiz ve faydasız olandan yararlanarak gerekli ve temel olanın yoğunluğunun azaltıldığı yasaklar ve dini törenlerde, tabu yığınlarının içinde kapatacak olan saçma bir çoşkunluk hayalindeki dinlerin zaferidir.

Bu, iyiyle kötünün egemenliği olmalıdır. Var olan dinin gücüne yardımcı olan iyi ve onun tam tersi olan kötü. Değişken biçimler altında bütün dinler iyiyi yardımsever bir tanrının özellikleri, kötüyü ise başka bir zararlı tanrısallığın özellikleriyle sembolize edeceklerdir: İyi tanrı ve hristiyan dininin şeytanı. Tamamlayıcı olarak da aşkın gökyüzü için iyiler, dehşetli cehennem içinse kötüler vardır. Kozmoloji, insanın çocukluğu boyunca yaratılır.

Buhurdanlıkdaki kokunun, tekdüze dini şarkıların büyüsünün ve ilahi saçmalıkların yoğunluğunun azalmasındaki gibi ilk insan toplumlarında denenmiş ve hayvan toplumları tarafından taklit edilmiş öğretinin zorunlu ihtiyacının kökleri çıkış yoludur. Kendisine özgü temel doğasını kaybeden ahlak, gerçeklikle ya da türün faydalılığıyla bir ilişki kurmaksızın kutsal bir fantazmagorinin karnavalesk yayılımında dengesini kaybeder. Bireyler için cinayet, toplum içinse her zaman tehlikedir.

Ahlakın temel esası olan iyi ve kötüyü ayırt etmek için dinleri türeten farklı anlayışları betimleyerek yalnızca oylumlar doldurulabilir. Zamanların ve mekanların arasında anlayışlar, iyinin kötüye ve kötünün iyiye dönüşme sınırlarına göre değişiklik gösterir.

Ahlakın kutsallaştırılması sadece saçmalıklar ve çelişkilerle sonuçlanabilir. Gerçekte ahlak, herhangi bir tanrısallığın kaynağı olarak iyiyi ve kötüyü barındıramaz -bir varlık olarak sayılan insandan ya da toplumdan daha çok değil-. Sağduyulu ahlak sadece, gerçekliği yaşayan ve duyarlı olarak ele alınan insanın –yalnız onun-- bilgisine sunulabilir.

İnsan dilinde anlatılan bir topluluğun yaşamını düzenlemek için topluluğun hayatta kalması ve mutluluğu açısından kaçınılmaz olan temel yasalar önemlidir ve bu da filozofların görevidir. İnsanı günahlarından, cehennemden kurtarma bahanesiyle -bir hapishanede ya da bir deli gömleğinin içinde onu kötürümleştirerek- ahlakı kurumsallaştırmak ve kutsallaştırmak başka bir şeydir. Ve bu da ilahiyatçıların işe yaramaz ve tehlikeli işidir.

Ahlakı mistisizmden ayırmak kesinlikle gerekli bir iştir.

Pierre Kropotkine'in « Karşılıklı Yardımlaşma » kitabında da gösterdiği gibi gerçek ahlak, tüm dinsel düşünüşlerin haricindeki bilgiden, saygıdan ve bir topluluğunun yaşamını ve bağlılığını bir arada tutan büyük doğa yasalarının uygulanmasından başka hiçbir şey değildir.

Nedir bu yasalar? Kuşkusuz ilki ve en önemlisi merhametin dinin bozulması ve karikatürize edilmesinden başka bir şey olmadığı dayanışmadır. Hiçbir insan topluluğu (ne de hayvan topluluğu) üyeleri arasında en az dayanışma olmaksızın yaşamını sürdüremez ve gelişemez.

Bir insan grubunun üyeleri arasındaki dayanışma, tüm ahlakın yerine konulacak esas temeldir. Dünya dışı olanları ispatlamadaki araştırmada ihtiyaç noktası şudur: insan vardır ve bir topluluğa dahil olmaksızın yaşamını sürdüremez. Bu, doğanın zorunlu bir yasası ve sağduyulu ahlakın başka kaynakları aramasından gelmektedir.

Şayet bazı hayvan topluluklarının özdevinimini kusursuz ve müthiş dereceye getiren mekanik şiddette yok olmak isteniyorsa, bize hayvan egemenliğinden miras kalan ve çağların gerisinden gelen büyük doğa yasalarını insanlaştırmak gerekecektir.

Bunun için bu büyük doğa yasalarının ilki (yani insanlarda ve hayvanlarda olan dayanışma), türün korunması ya da çoğalması olarak bilinmez.

İnsanın düşünen biriminden kaynaklanan karakterinden gelen, sadece bir içgüdünün ötesinde olan tutkuları vardır. İnsan, bir topluluğun bütünleyen parçasının dışında varolamaz. İnsanlık, bireyler olmaksızın varolamayan toplumun zorunlu parçalayıcılarına karşı dokunaklı ve geçici hayatını artık kutsamadan edemez.

İnsan dayanışması, bir toplumun iyiliği (yaşamda topluluğun gerekliliği) ve bireylerin iyiliği (bu toplumun yaşayan gerçekliği) arasında olabilecek en uyumlu dengeyi açıklayan bir ahlak bakış açısından tanımlanmalıdır.

Bütün yapılarımızı süsleyen ve gerçekliğe dönüşemeyen « Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik » ilgisizliğe ve unutulmaya mahkum oluyor, dayanışmanın atalardan kalan içgüdüsünün türün tek amacının ötesine geçerek bireyselleşmek isteyen insani gerekliliğin en geçerli ifadesi olarak kalıyor.

Saptırılmış ve bozulmuş, işe yaramaz dini ve laik efsaneleri ahlaktan arındırarak onu kutsallaştırmaktan koparmak, dayanışmanın insan dilinde ifade edilerek ona doğal yeteneğini geri vermek tutarlı ve devrimci bir filozofun görevi olarak durmaktadır.

Maurice Fayolle

16 Mart 2009 Pazartesi

Bugün Anarşizm - Daniel Colson'la Söyleşi




Saint Etienne Üniversitesi sosyoloji profesörü ve Proudhon'dan Deleuze'e Felsefi Anarşizm Sözlüğü'nün (Cep Kitapçığı, 2001) ve "Anarşist Felsefenin Üç Denemesi: İslam, Tarih, Monadoliji"nin (Leo Sheer, 2004) yazarı Daniel Colson'la görüştük. Daniel Colson Lyonlu özgür kütüphane "Le Gryffe"in oluşturucularından biri.* Bugün dünyadaki anarşist alanların bir listesini çıkarabilir misin? Anarşist geleneğin kolektifler ya da entellektüel üretim bakış açısınca canlı olduğu ülke ya da bölgeler neler?


Bildiğim kadarıyla, anarşizm çok sayıda ülkede canlı. Bir anarşist geleneğin olmadığı ya da çok az olduğu ülkelerde dahi anarşizmle karşılaşıyoruz, Türkiye'de, Mısır'da ya da mesela İran'da olduğu gibi, aynı zamanda bu geleneğin uzun on yıllar boyunca diktatörlükle kırıldığı ülkelerde de, güçlü bir dirilişe şahit olmak üzere olan Latin Amerika gibi. Ve elbette daha tutarlı bir şekilde geleneğin sürmüş olduğu yerlerde ya da majör olayların arasından birden bire yeniden ortaya çıktığı yerlerde karşılaşıyoruz. Bu durum daha çok Avrupalı ülkelerde geçerli. Biraz abartarak, direbiliriz ki çağdaş anarşizmin en canlı olduğu yerlerin güçlü bir anarşist geleneğin var olduğu ülkeler oldukları şaşmaz bir durum değil. Gelenek kimi zaman ağırlıktır. Bu bakış açısınca, Kuzey Amerika anarşizmi, çerçevelere ve geçmişin temsillerine daha az bağlı olarak kuşkusuz en azından bir düşünceler alanı üstünde, dünyada anarşist dirilmenin en canlı kesimlerinden birini oluşturuyor, özellikle internet ve olası kıldığı karşılaşmalar sayesinde.


Bugün olduğu kadar tarihsel olarak da, anarşizmin farklı akımları nelerdir? Mesela sendikalist anarşizmle daha çok "otonomi"ye kayan bir anarşizm arasında bir fark gözetmek doğru mu? Bu akımları hangi teorik ve pratik temeller ayrıştırıyor?


Otonomi, yani canlıların mutlak fark ve bağımsızlığı, anarşist projenin gönlünde yer alır, her ne formda olursa olsun. Otonom hareket ve sendikalist anarşizm arasındaki ayrışma ve kimi zaman karşıtlık üç temel nedenle açıklanır: tarihi karşılaştırmada, neredeyse bir asırdır devam eden anarşist ve devrimci işçi hareketleri arasında genel olarak büyük çapta sendikal bir karakter vardır. Ama sadece bu değil, sendikacılık her hal ve durumda, bu ortak tecrübenin sonraki zamansız ve harici basit modelinin belirgin değişimi ile günümüzdeki anlamında kelime olarak çok da aynı şeyi ifade etmemektedir. Tarihsel pratiklerde, reformist işçi hareketlerinden ve marksist hegemonyaya (Rus devrimi sonrasında) kadar var olan güçlü düşünce ayrılığının sonu, açıkça özgürlükçü olan akımların gelişimine vardı. Ama marksist düşünce içinde, (Maximilien Rubel'in ileri sürdüğü gibi) kimi noktalardan anarşist olan bir Marx'ın içinde düşünmeye çabalayarak ve sosyalist, sosyal demokrat, reformist ya da bürokratik bir sendikalizm karşıtı ve anarko sendikalizm ya da devrimci sendikalizmle başka bir ortak noktası olmayan bir sendikalizm ilanıdır bu. Güncel bağlamda, "otonomi" ve "sendikalizm" arasındaki ayrılık, durumları ve bağlamları izleyerek, özgürlükçü projenin yalıtılmasını ve daha çok ya da daha az tarihsel, birbirini içeren ve diğer var olan ya da var olabilecek biçimlerin çokluğunu örten iki var oluş biçiminin karşı karşıya getirilmesini yasaklayan esnekliğini örtmemeli, Pouget'nin1 işçilerin doğrudan eylemi bağlamında bahsettiği gibi. Bu düşünme ve algılayış biçiminde aralık vermeksizin erk ve özgürlük, anarşizm arasındaki değişkenler, özgürleştirici projedeki gibi verili bir form ya da durum meydana getirmezler. Dün olduğu gibi bugün de gezegen ölçüsünde, hayatımızın en küçük gerçeğinde mevcut artıksız ve istisnasız, en küçükten en engin kolektif hareketlere ayırt edilemez olan etkileşim.


Anarşizmin temel düşünceleri nelerdir ve diğer özgürleştirme düşüncelerinden, özellikle marksizmden farkını ne koyar? Öte yandan, anarşizmi kuran tarihsel olayları ve bu olayların akımın gelişimindeki önemini belirtebilir misin?


Eylem (ya da "pratik") düşüncesi, doğrudan eylem, yakınlık grupları, otonomi, dernekler, federalizm, bunlar en bilinenleri. Ama özgürlükçü düşüncenin merkezi (eğer bundan bahsedebilirsek), şüphesiz Deleuze ve Guattari'nin tanımladığı anarşi düşüncesidir; "Anarşi, bu garip birlik(telik) kendi kendine hep çokluk der." Anarşi, kimi zaman son derece güçlü bir felsefi düşünce ve kendisinden azı olmayan eylem düşüncesi, çokluğun, otonominin ve varlığın ve kabiliyetinin mutlak tekilliğinin onaylanmasıdır - otonomiden ve tekillikten itibaren- birleşmek ve her zaman daha engin varlıklar kurmak; bir "otonomi demeti" diyordu Proudhon, "özgür güçlerin özgür birliği"nden bahsediyordu Bakunin. Marksizm üzerine olan soruna denebilir ki anarşizmin onla görülecek hiç bir şeyi yoktur. İşçi hareketlerinin kıyısında kesişirler ama her şey onları ayırıyor: determinizme bakışları, tarihin anlamı, teorinin rolü, etiğin önemi, (anarşizm için) en az detay, en az olayın kendi özgül kararının taşıyıcısı olduğu bir gerçeklikten oluşan karakteri ve durumları takip ederek, var olan bütünü dönüştürmek. Marksizm anarşizmle kesişti, mesela Paris Komünü anında veya Rus devriminin başlangıcında, ona kendi bakış açısınca geçici olarak katılarak ya da daha çoğunlukla tam tamına Rusya'da, İspanya'da ve (daha az baskı aracıyla) devrimci işçi hareketlerinin var olduğu ülkelerin çoğunda onu çözmek için. Anarşizm ve marksizm karşılaştılar ama sonuç olarak oldukça az, marksizm proleteryanın daha az devrimci kesimlerine (sosyal demokrasi) uzun zaman kapanarak, Rus devrimi aldatmacasının gölgesinde, İkinci Dünya Savaşı'nın ertesinde, ihtilalci bakış açısını çoktan kaybetmiş hareketi gerçekleştiren araçların etkisiz hale getirilmesinden itibaren devrimci işçi hareketlerinin kalıntılarının üstünde, yeniden doğmadan önce çok kısa bir zaman serpildiler.


Söyleyeceğim şey senin ikinci sorunu cevaplandırıyor. Anarşizmin büyük anlarını genelde Birinci Enternasyonel'in kıyısındaki anlaşmazlıklarda hatırlıyoruz; Makhnovist hareket ya da İspanyol Devrimi. Bu, solcu militan, entellektüel ve tarihçilerin uzun zaman tarih ve geçmişi algılayışları optik bir yanılsamayla marksizmin önemiyle açıklandı. Biraz uzaktan baktığımızda daha iyi algılıyoruz ki marksizmin ve tarihsel determinizm karşısında, anarşizm birkaç nadir, garip ve kimi açılardan raslantısal anla özdeşleşemez. İşçi anarşizmi reformizm ve işçi sınıfına entegre olma arzusu bakımından tarihsel olarak bir istisnadır, özellikle bu hareketlerin en çok sayıda ve en modern olduğu İngiltere, Almanya ya da ABD'de. Ama tam tamına görmek gerekir ki bu özgürlükçü istisna, kapitalizmi doğuşunda -neredeyse bir yüzyıl boyunca- sürekli ya da konjöktürel olarak tehdit etmiş olan devrimci işçi hareketleriyle özdeşleşiyor.


Marksizm ve komünizmin büyük aldatmacası, bir yandan devrimci işçi hareketlerini temsil edenin onlar olduğuna inandırmaktır. Öte yandan işçi reformizmi ve konformizminin dahi devrimci olduğudur ki bu, doğası gereği, bazı çeşitlerinde ve azı için marksist partilerin kılavuzluğunda eksiksiz bir itaati yetkilendirir. Biraz uzaktan bakarak diyebiliriz ki (ama benim bunu göstermeye zamanım yok) bir yüzyıldan fazla süre, işçi ve popüler hareketlerle üretilen özgürleştirici umut, marksist şemalar ve temsillerle hiç bir işi olmayan anarşist projenin özgünlüğünün nöbet değiştirmesi özgürlükçü bir yana doğrudur.


Alternatif küreselleşme hareketi anarşizmin bazı yönlerini kendi içine aldı. Senin "Sözlük"te gösterdiğin gibi, "yakınlık grupları" ya da "doğrudan eylem" anarşist geleneğin merkezindedir. Aynı zamanda, anarşistler, mesela kendi aralarında Küresel Sosyal Forumlarda yer almayı reddederek, alternatif küreselleşmenin bakışının sıklıkla tehlikelerini gösteriyorlar. Bu konuda hissettiklerin neler?


Bir özgürleştirici hareket dirilir dirilmez, kendilerine anarşist desinler demesinler ya da özgürlükçü deneyimleri tanısınlar ya da tanımasınlar, kendiliğinden bir şekilde özgürlükçü bir var oluşu ve bunun formlarını bulunuyor. Üç gariplikle beraber bu, alternatif küreselleşme hareketleri için de geçerli: kendileri için düşündükleri özgürlükçü olma biçimleri ve pratikleri, sadece araçlar olarak değil, ama ifade biçimleri gibi, şimdiden itibaren mevcut düzene alternatif olmak. Öyle ki bu alternatif küreselleşme hareketleri (başka şeyler arasında) potansiyel olarak taşıyıcılar, bu hareketlerin "sonu"nun ve amaçlarının araçlarda içerilmiş olduğu bir ifadede görülüyor, gerisinde değil. Anarşizmi anlamak için temel bir ifadede son ve araçlar neredeyse aynıdır; kısacası kimi zaman teorik ve pratik olan bu düşüncenin bağlarını keşfetmeye başlıyor. Ama geniş teorik miras ve geçmiş özgürlükçü deneyimler, özellikle işçi formunda ve alternatif küreselleşme hareketlerinden çok farklı bir formda. Ama kesinlikle bu fark, özgünlüğü ve özgürlükçü mantığın komün karakterini yakalamasına olanak tanıyor, durumlar, bağlamlar ve harekete geçen güçler ne olursa olsun, alternatif küreselleşme hareketindeki özgürlükçü düşünce ve pratikler yeni teknik ve durumlara bağlılar, "iletişim" yok, araçlar yok, ama anında, baştan başa tüm gezegen ölçüsünde ilişkilenme olasılıkları (yani var oluş tarzları), olabildiğince çok yakınlık grubu çokluğunun seçimi ve bileşimi arasında yer alıyor. Çağdaş anarşizmin, çağının koşullarında Birinci Enternasyonel'in zorlukla denediğini yapmaya olanağı var. Bu noktada, alternatif küreselleşme hareketi, forumlar ve bu hareketin tepesindeki başka geleneksel yapılaştırma tecrübelerinin arasında temsil ve birçok muazzam enternasyonel araç modelleri üstüne olan özgürlükçü eleştirileri anlıyoruz. Özgürlükçü pratikler her zaman yatay bir işlemeyi amaçlıyorlar, bir "içkinlik planı"nın oluşturulması diyecektir Deleuze, yani aralık vermeksizin hareketi ve kolektif eylemleri bu yatay plan üzerine indirmeyi arzularlar. Pozitif anarşi, tarihçi François Godicheau'nun İspanyol Sivil Savaşı üzerine olan kitabında, CNT ve onun kolektif işlemesi konusunda, 1937'e kadar, CNT'nin anarşist olmayı bırakıp, cumhuriyetçi devletin dikey, temsilci ve baskıcı yapıları şeklinde bir aygıt olarak ("üst komite"ler) kaynaşmasından önce betimleniyor. İspanyol CNT, geniş zenginlikte ve geniş bir direniş hareketi arasında, en kuvvetli olduğu zaman her birinin kendi gücünü ve özelliklerini geliştirebildiği yakınlık grupları, otonomlar, akranlar çokluğundan geçen bir "kitle" hareketiydi, sivil savaşın zor koşullarında ve antifaşizmin ve cumhuriyetçi devletin bastırmasının karşısında göstereceği gibi.


Marksist gelenekten duyduğumuzdan farklı bir anarşist devrim anlayışı var mı? Öyle görünüyor ki anarşistler, marksistlerin toplumsal ilişki anlayışındaki sınıf savaşının önemi konusunda uzlaşmıyorlar. Bu noktayı belirtebilir misin?


Anarşist devrim, marksist anlayıştan, gerçekte tentanrıcılığın dinsel ve tanrıdan gelen şemasında karşılaştığımız determinist ve tarihsel vizyonundan radikal olarak farklılaşıyor. Marksist şemaya karşıt olarak, anarşist devrim geleceğe, bugün olmayan ve gelecekte olacak değişikliklere erkin fethinin teminatını veren, erke gelecekte ona bir gerçeklik verecek gibi bel bağlayan ütopik bir söz gibi bağlanmıyor. Özgürlükçü devrimin radikalliği, her zaman geçmişin ve geleceğin şimdide (var olan tek an), şeylerin günlük durumlarında ve özgürleştirici olanaklarda karışmasından yığılan kuvveti ve eskiliğini veriyor. Marksist devrim bir kalkış noktası, gelecek bir biçim değiştirmesi formuyla düşünülüyorsa, özgürlükçü devrim bir sonuç, daha önceden gerçekleşmiş bir değişimin sonucu gibi düşünülür, bir "sonuç" [birçok nedenin birleşmesiyle olan sonuç] diyordu Proudhon. Çünkü gerçekliği oluşturan ilişkilerin sonsuz çokluğunu kucaklıyor, anarşist devrimci düşünce her zaman derhal olan bir dönüşüme bağlı, her durumun, her anın gelecek devrimci dönüşümlerin tümünün taşıyıcısıdır.

Her mücadele, her fay, her uyumsuzluk, her olabileceği kadar küçük yerin adımı, devrimci düşünceyi tekrarlıyor ve deneyimliyor. Bu devrimci düşünceyi, işçi anarşistler nükteyle "Büyük Gece" olarak adlandırıyorlar çünkü mevcut kuvvetlerin bazen bir gece ve bir sabah , bir alacakaranlık ya da tan vakti, durmadan yeniden başlaması ya da anında dönüşüme uğraması söz konusu ki bu durumda o noksanlıkta o anda şeylerin göbeğinde olan başka bir dünyanın varlığının olasılığını tahmin edebiliyoruz.


Bu anlayışta, "sınıf mücadelesi" bir yön kurmuyor. Önemli ama sadece yaşamın tüm görüntüsünü kateden ve özellikle "devrimciler"in dinlenebileceği, ve "Tarih", "Proletarya", "Sosyalizm", tanrısal aşkınlığın bu yeni figürleri adına sayısız alçaklıklarını ispat eden kaçınılmaz bir tarihsel zorunluluğa boyun eğmeyen özgürleşme için bir mücadele yönü.


Çağdaş bir filozofta anarşizmin senin savunduğun formu ağır basan bir yer tutuyor, yani Gilles Deleuze'de. Birkaç kelimeyle onun politik düşüncelerini dile getirebilir misin, ve nelerle anarşizme bağlı olduğunu belirtebilir misin?


Birkaç kelimeyle ifade etmek zor. Deleuze anarşizmden az bahseder fakat anarşinin en iyi tanımını veren odur; "bu garip birlik(telik) kendi kendine hep çokluk der.", önemsiz hiç bir şeyin olmadığı bir tanım, bu durumda tam olarak Deleuze'ün temel kavramlarından birini, "tekanlamlı varlık"ı, ama aynı zamanda Nietzsche'nin "güç istenci"ni vermesiyle aynıdır. Deleuze için, tek anlamlı varlık, güç istenci ve anarşi homologtur, aynı gerçekliği söylemeyi amaçlarlar. Ve bu özgürlükçü proje için herşeyi değiştirir. Daha az ya da daha çok çılgın bir siyaset felsefesi (her hal ve durumda bu ismi hakeder) sosyolojik ve felsefik güçlü akımın başlıca anlatımı Deleuze sayesinde, Spinoza'dan Whitehead'e, Leibniz'den, Nietzsche'den, Gabriel Tarde'dan, Gilbert Simondon'dan geçerek anarşizmi doğurur. Hatta daha iyisi, anarşist hareket, kendi özgül deneyimleri ve yazarlarıyla (Proudhon, Bakunin, Dejacques, vd.) bu güçlü felsefik geleneğe anlam verir, onu yaşamımız için tüm sonuçlarını üretebilecek yeterliliğe ulaştırır. Bu bağlantı, ya da bu yankı, teorik anarşizm, pratik anarşizm ve "postmodern" düşünce olarak adlandırmanın uygun olduğu düşünce arasında güncel olarak tarihsel anarşizmin kıyısında canlı bir tartışma nesnesidir. Farklı özgürlükçü hareketlerin geleceği ve dünyanın olmak üzere olduğu şey karşısında ne bekleyebileceğimiz için önemli tartışmalar. Bana gelince, farklı özgürlükçü işçi hareketlerinin her zaman trajik deneyimlerindeki gibi, anarşist metinlerde farklı araştırmalar arasında bu bağlantının açıklığını göstermeye çalıştım. Başkaları da çalışmaya koyuldular mesela Fransa'da, Kuzey Amerika'da, Türkiye'de ya da Brezilya'da, ve umuyorum ki birçok yayın (bazıları devam ediyor) belirgin bir bakış açısını pekiştirir ve bu umudu tüm taşıyanlar, çok yakında, gerçek bir muhalif alternatif dünyayı inşa eder ve neredeyse her yerde, bize dayatmaya çalışırlar.


Ne tanrı, ne devlet en çok bilinen anarşist söylemlerden birisidir. Bugün politik çevrelerde dinlerin geri dönüşüne tanıklık ediyoruz. Filozof Michel Onfay’ın da düşündüğü gibi senin için de ateist bir mücadeleciliğin harekete geçmesi önemli mi? Sence dinsel inancın ateizmini ayıran kırılma noktası siyasi yönden yerinde mi?


Ateizmi, tanrının reddelişini ve bunların üstünlüğünü yeniden kesinleştirmek gerek. Anarşizm için tanrı figürü ve özellikle de tek tanrıcıların tanrısı (papazları ve imamlarıyla) egemenliğin, sermayenin (ve Piyasanın tanrısallığı), devletin (kolluk kuvvetleri ve tanrının ikiz kardeşi), patriarkanın (bütün despot baba ve erkek kardeşleriyle birlikte), bilimin (insani beyin yıkayıcı uzmanlarıyla, tabi beyaz önlükleriyle), sosyalizmin ve komünizmin (partileri, siyasi merkezleri ve büyük dümencileriyle) bütün biçimlerinini ağır bir açmaz altında bırakır. Özgürlük tasarısının ortasındaki tanrı düşüncesiyle savaşmak, aynı zamanda onu açıklamaya ve doğrulamaya da karşıdır. Anarşizm için belirsiz ve ihtiyatlı agnostisizme sığınmak yeterli değildir. Büyük ve anlaşılmaz bir mutsuzlukla net olarak açıklamanın tersine (Bakunin ile), tanrı varolduğu sürece sıkıntıdan kurtarma görevini üstlenmek zorunda kalmıştır.


Ateist mücadele özgürlük düşüncesinin tam ortasındadır, evet ama bir şartla: modernite ve aydınlanmayla içiçe rasyonalizmiyle ateist mücadele indirgenemez:
Bilimde, gelişmede ve teknikteki inanç (aynı zamanda hepsi saçma ve yabancılaşmış) dini inançların yerini alıyor; laboratuvarlar, bilir kişiler ve uzmanlar tapınaklar ve papazlarla yer değiştiriyor ve bütün bunlar mantığa uygun olarak yapılıyor.


Tarihsel ve coğrafyasal olarak taşmakta olan ve anlam veren özgürlük düşüncesi, felsefi bir gelenekle kaydedildiği gibi aynı zamanda da bu tarihe şekil veren insanlık tarihinin ve farklı uygarlıkların bütününde de kaydedilmiştir. Özgürleştirme kavgası durmadı. Anarşizm Avrupa’nın çeşitli yerlerinde yüz elli yıl önce onu var etmek için ortaya çıktı. Yeniden başlamaktan ziyade anarşizmin ortaya çıkması milyonlarca yıllık insan varoluşuna tüm kıtalar ve bütün uygarlıklar hakkında yeni bir düşünüş kazandırdı. Anarşizmde her zaman yaşamımızın, tarihin kökleri ortaya çıkmalıdır. Çünkü anarşistlerin gözünde dinsel deneyimler insanlığın ve maddenin arasındadır, tanrı yoksa aşkınlık da yoktur. Walter Benjamin’in de gösterdiği gibi onlar: deneyimleri, görünümleri ve uygulamalarıyla özgürleştirici olarak bizim selametimiz, varolan özgürlüğümüz için ortaya çıkan baskının ve egemenliğin yanındaki taşıyıcılardır. Anarşizm geçmişi tahrip etmez. Bir geçmiş asla sona ermez, hiç durmadan başka biçimlere bürünerek tekrar gelir. Deneyimlerin bütününü ve insan davranışlarını ele almak yerine (ki bu da deneyimleri ve durumları yaratan olayların ve kişilerin sonsuz çeşitliliği demektir), zaman ve mekandan bağımsız olan özgürleşme mücadelesinin bir parçası olan dilbilimsel, ulusal ve dinsel gelenekten geçerek geçmişi başka türlü tekrar eder ve onu tekrar düzenler.

Razmig Keucheyan - Solidarité No.102

* http://lagryffe.net/ [ç.n.]
1 Emile Pouget (1860- 1931) Anarşist eğilimli devrimci fransız sendikalist. 1907'den itibaren, CGT [Confederation Generale du Travail; Genel Emek Konfederasyonu] tarafından yayınlanan "Halkın Sesi" gazetesinin sorumlusu.

24 Şubat 2009 Salı

Daniel Colson'un Bugün Anarşizm başlıklı röportajı
Fransa'da kolektif olarak yazılmış squat rehberi

yakında eklenicek.

*

Daniel Colson: Saint- Etienne Üniversitesinde sosyoloji profesörü. Anarşist tarihçi, düşünür ve militan. Lyonlu özgür kütüphane "Le Gryffe"in oluşturucularından biri.

Proudhon'dan Deleuze'e Felsefi Anarşizm Sözlüğü (2001) ve Anarşist Felsefenin Üç Denemesi: İslam, Tarih, Monadoliji kitaplarının yazarı.